Ekvator’a geçmeden Tumbes’in Puerto Pizarro balıkçı kasabasına geldim. Tumbes Peru- Ekvator sınırını geçmek için kullanacağım şehir. Puerto Pizarro’daki isimsiz adada ise Vosvosla Güney Amerika sayfasından tanığım Burak var. Onun yanına gidiyorum. Sağolsun çok ilgileniyor , bir de dayıyla anneanne sahibi olmuş ki onlar da dünya tatlısı köydeki perulular. Kolombiyalı Conan da sonradan katılmış ekibe. Anneanne beni gece eve uyumaya çağırıyor ilk gece , yoksa adada kalacağız. Tabi biz gün boyunca takıldığımız için köye dönüşümüz akşam saatlerini buluyor. Biz isimsiz adadayız, köy de karada. Gitmemiz için tekne kullanmamız lazım. Burak’ın neyse ki ufak bir teknesi var. Eşyalarımı topluyorum. Tekneye doğru Conan, Burak, ben yürüyoruz. Gittiğimizde gördüğümüz manzara pek iç açıcı değil. Tekne yarısına kadar su dolmuş, belli ki su alıyor ve tamir edilmesi lazım ; ama bizim bu gece geçmemiz lazım. Yol en fazla yirmi dakika sürüyor köye kadar, suyu boşaltırsak bizi köye ulaştırır. Alıyoruz üç tane pepsi şişesi altı kovalarımızı boşaltmaya başlıyoruz suları tekneden. Tabi işimiz kolay değil, çünkü bir yerden su boşaltırken öbür taraftan su doluyor. Ayrıca dalgalar tekneyi sürekli salladığından iki boşaltıyorsak bir doluyor, neyse ki yarım saat – kırk dakika sonra suyu dibine indirmeyi başarıyoruz. Yanıma olabildiğince az eşya alıyorum. Çünkü tekne bizi götürmeyebilir, yolun yarısında olur ya batabiliriz. Pasaportumu ve önemli eşyalarımı(!) adaya bırakıyorum. Oturuyorum teknenin ön kısmına doğru. Conanla Burak önce biraz ilerlesin diye itiyorlar tekneyi; sonra onlar da biniyorlar, Burak motoru çalıştırıyor ve ilerliyoruz. Biz ilerledikçe teknenin içine su doluyor. Öyle bir dengeyle oturmuşuz ki; hani birimiz üç cm kaysak alabora olup suya devrileceğiz. İçimden sadece ne kadar ilerlesek kâr , en kötü köye yüzeriz diye geçiyor. Burak da aynısını düşünmüş olacak ki Ezgi iyi yüzebiliyor musun diye soruyor. Evet, eğer çok uzakta kalmazsak yüzebilirim diyorum. Sallana sallana ilerliyoruz karanlık sularda. Köyü görebilmek için pür dikkat ufka dikiyorum gözümü ve kendimi rahatlatmaya çalışıyorum. Öyle bir durumdayız ki o saatte yolculuk eden yok ve biz batsak muhtemelen kimse bizi farketmeyecek. Neyse ki tüm bunların hesaplarını yaparken yolun yarısına varmış durumdayız. Bundan sonrasını yüzebileceğimizi düşünüyorum. Bu harika öngörümü Burakla da paylaşmak için dönüyorum; “Geldik sayılırız, batsak bile bundan sonrası yüzülebilir”. Ya Ezgi sorun o değil yüzersin tabi yüzmesine de suda timsah var diyor. Şaka mı yapıyorsun Burak diyorum. Yok gerçekten var diyor. Conan hayır Ezgi buralarda yoktur daha derinlerdedir timsah diyor. Burak doğal yaşam parkında çalışıyormuş önceden, alanı da bilin bakalım neymiş; sürüngenler. Kime inanmam gerekir bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var, o da; bu gece bir timsaha yem olmak istemediğim. Yüzüm uyuşuyor korkudan. Gözümün önünden hayatımın en güzel anları geçiyor şerit halinde; sevdiğim adamlar, bir daha göremeyeceğim yüzler, özlediğim simit ( her daim nasıl yemek düşünebilir bir insan) yanında çay da olsaydı, babamın ben sana demiştim nidaları, annemin üzgün yüzü, arkadaşlarım arkamdan iyi konuşuyorlar neticede ölmüşüm, her şey birbirine karışmış durumda. Conan, Ezgi bir şey olmaz diyor yüzümün halini görerek. Burak çok rahat. Neden bu kadar rahat hala da anlamış değilim 🙂 Etrafta en dindar kendimi görüp başlıyorum süphanekeden, bildiğim tüm duaları okuyup ayetel kürsiyle kapatıyorum. Bir hacı torunu olduğumdan mütevellit dua skalam geniş. Evinin karşısındaki tepelerde yatıp yıldızları seyrederken çocukken öğrendiğim dualar. O tepeye yine yatma şansım olsaydı da anneannem bana gerçekliğinden şüphe ettiğim bir sürü hikaye anlatsaydı ya da Özge’yle uzanıp hayaller kursaydık her şeyin düzeleceğine inanarak. O tepe şimdi yok ama. Van Gogh’un yıldızlı gecesi gibi köyün karanlık küçük evlerinden çıkan her bir sarı ışık yaşam ışığı benim içim. Bense denizde bir teknenin içinde çaresizce oraya varmayı umuyorum. Gerginim. Sonuçta suda beni yemeyi bekleyen bir timsah var. Tumbes timsahıymış yetmezmiş gibi bir adı, türü varmış. Bunları hep niye bu kadar geç öğreniyorum diye hayıflanıyorum. Gözüm köye kilitlenmiş başka bir şey görmüyor. İspanyolca imdat diye nasıl bağırılır onu düşünüyorum. Dakikalara öküz oturmuş, tutmuşlar kolundan yelkovanı. Zamanın göreceliğini işte böyle anlarda tecrübe ediyor insan. Bizimki biraz sancılı. Gözümün önünde tekne ortadan ikiye ayrılıyor, motor duruyor ve zihnimde her bir ihtimal gerçekleşiyor ama kabullenmiyorum varacağız köye sağ salim. Sudan timsah zıplıyor hayallerimde ya da derinlerde mi bekliyor sinsi sinsi. Tam yüzeye çıktım derken içine çeker ya insanı. Korku filmlerinde hep öyle olur. İşte o filmleri hep böyle anlarda daha çok korkalım diye izliyoruz zaten biz, amacına ulaştığına sevindim şimdi. Hayatta en uğraşmak istemeyeceğiniz hayvanlardan biri de timsahtır. Neticede ben Steve Irwin değilim, ne yapabilirim. Afiyetle yer o timsah beni. Geçen gün keriz balığı yedim diye de ortamlarda gerinir. Bense özgürlüğümü aramaya çıkmış küçük kara balık gibiyim ve bildiğim tek şey sonumu farklı yazmak istediğim. İşte bunlar gibi onlarca düşünce meşgul ederken zihnimi, sahile vardık. Yüzüm kireç beyazı ( düşünün ben). Conan neden bu kadar korktun Ezgi, timsahlar uzakta dedi. Burak çok tehlikeli bir yolculuk yaptık farkında mısın Ezgi dedi. Bense şaşkınlıktan dilimi yutmuş ve köye varmamızın verdiği saftirik sevinçle karışık ne diyeceğimi bilemez bir haldeydim. Neyse ki şoku üzerimden atlatmam uzun sürmedi. Yıllarca aklımda kalacak olsa da o an için atlattığımı düşünecektim en azından. Kayık köye vardığında yarısına kadar su dolduğu için pantolonlarımız ıslanmıştı, anneanne bize başka pantolonlar verdi ve pantolon bana üç beden büyüktü. O gece de gökyüzünde yıldızlar vardı; fakat ertesi gün güneşi görmek yaşadığım binlerce günün aksine çok daha kıymetliydi.
Instagram: @yoldangecerken
Facebook: https://m.facebook.com/yoldangecerken/?tsid&source=resul