Sırbistan- Karadağ Tren Yolculuğu

Belgrad Tren İstasyonu’ndan biletimi 2511 Dinara satın aldığımı Belgrad yazımda belirtmiştim. Sırt çantamı yüklenip hostelden ayrıldıktan sonra tren istasyonuna geldim. Yeni tren istasyonu Topcider’de bulunuyormuş. Topcider’e gitmek için eski tren istasyonunun önünden, 3 no’lu tramvaya binmek gerekiyor. Tramvay bileti 150 dinar. Bileti vatmandan alabilirsiniz. Yolculuk 20 dakika sürüyor.

2 saat önceden tren istasyonuna geldim. Tabi bu telaştan, koşturmacadan akşam yemeği yemediğimi hatırlayınca tek seçenek tren istasyonundaki cafe oldu. Orada da sadece hazır sandviç varmış, sandviçe talim ne yapalım. Canım o kadar bira çekti ki; ama ilk defa bu kadar uzun tren yolculuğu yapacağım için, trene ve yola çok güvenemediğimden içip midemi bozmayı göze alamadım. Tren istasyonunda yanımdaki amca soğuk biraları birer birer yuvarlarken döndü bana “Türk müsün?” dedi, kolyemden çıkarmış bunu. Bu arada amca tek kelime İngilizce ya da Türkçe konuşmuyor. Evet dedim Turkia. “Oooo dur” dedi, bavuluna yöneldi. Acaba ne geliyor derken şeffaf bir poşet çıkardı bavulundan, bana doğru uzattı. Kafamı uzatınca içinde badem ve çiğ fındık olduğunu görüp birkaç tane aldım. “Ne yapıyorsun yahu” der gibi bir şeyler söyleyip avucuma bademleri, cevizleri, fındıkları doldurdu. Yok dedim dur, ben bu kadar yiyemem. Ama dinletemedim. Ben hiç dedemi görmedim; ama artık yolda Sırp bir dedem var sanırım. Bana bir sürü şey anlattı sonra dedem, o anlattı ben dinledim; ama bir şey anlamadım. Kafamı onaylarcasına salladım. Sonra yaşını söylemeye çalıştığını fark ettim bir yerde, 65 yaşındaymış. Benimkini sorunca 32 yaşındayım dedim. Heyecanlandı. Parmaklarımızla gösterince anlaştık rakamları. 34 yaşında kızı varmış onun da. O Podgorica’ya gidiyormuş, ben Bar’a oradan da Budva ve Kotor’a gideceğimi söyledim. “Oo harika” dedi. Trenimiz gelince ben ayaklandım hemen, dedem dur nereye gidiyorsun daha çok zaman var, içerisi çok sıcak burada bekle dedi. Biletimi gösterdim, gözlüğünü çıkardı baktı. Okuyamadı dedem. Bir daha gözlüğünü taktı, sonra gördü sanırım. Koşa koşa gitti görevlilere sordu, öğrendi benim vagonu. Yine kalkmaya çalıştım, dedem “dur dur!” dedi. Dede tuvalete gideceğim izin verirsen dedim; “tamam” dedi, tuvaleti tarif etti. Neyse şükür izin verdi de gidebildik. Sonra benim sırt çantamı sırtlanmaya çalıştı; dur adam n’apıyosun ben taşırım dedim. Taşıyabildiğimi gösterdim. Tamam dedi, beni takip et o zaman, düştüm peşine dedemin, yolda görevliye biletimi gösterince dedem kızdı. Ben diyorum beni takip et diye söylendi, tamam tamam dedim takip ettim, buldu yerimi oturttu. Bana badem verirken “hvala” (teşekkürler) demeyi öğretti; ben de ayrılırken “hvala mucho!” dedem dedim. Çünkü biriyle ortak hiçbir dil konuşmayınca araya İspanyolca giriyor, bilmiyorum beynim neden böyle çalışıyor.😄

Böylece 11 saatlik yolculuğum başladı. Tren saatinde kalktı. Yataklı vagonlarda yer bulamadığım için normal koltuklarda seyahat edeceğim. Yanım neyse ki boş, hemen çantamı bir koltuğa yastık yaptım boyun yastığımı da üstüne, hop yayıldım iki koltuğa yatar pozisyon. Bilet kontrolü sonrası, bir adam belirdi tepemde. Nerelisin diye sorunca, “Aaa Türk müsün? Orhan Pamuk’u çok seviyorum, tamam birazdan geleceğim” deyip gitti. (Oldu o zaman) Yarım saat- bir saat sonra elinde bir muzla geldi. Dedi “energy energy!” Peki dedim, teşekkürler. Adam öğretmenmiş, ada diye bana ağaçların fotoğraflarını gösterdi. Anlamadım. Öğrencilerinin fotoğraflarını gösterdi. Çoğunlukla kız öğrenciler vardı. Biraz sohbet ettikten sonra ayrıldı. Sonra soydum muzumu yedim yarısına gelince, birden n’apıyorum ben diye düşündüm. Tanımadığım insanlardan sürekli bademler, muzlar yiyip duruyorum. Atın ölümü arpadan, benim ölümüm muzdan olabilirdi. Çünkü bir maymun kadar muz tükettiğimi yakınlarım biliyor. Neyse biraz keyfim kaçtı bu ihtimalden, muzu yarım bıraktım. Hatta korkudan telefonuma ölme ihtimalime karşı şöyle bir not yazdım😅

Tren yolculuğunuz sırasında görevliler Sırbistan çıkış damganızı, Karadağ’a varınca hiçbir şey sormadan giriş damganızı damgalayıp pasaportunuzu veriyor. Ben yolculuk esnasında sabaha kadar uyudum. Sabah yanıma Karadağlı bir kadın oturdu. Nerelere gideceğimi sordu. Budva’ya, Kotor’a gideceğimi söyledim. “Ooo ama bir Antalya, Alanya değil oralar, gidince göreceksin” dedi. Buralarda kimle konuşsam büyük Türkiye hayranı. Bu kadarını beklemiyordum ya da bilmiyordum açıkçası.

Sabah Karadağ’a vardıktan sonra baya güzel manzaralarla yolculuk ediyorsunuz, manzaralarla aranıza sadece sık sık reklam olarak tüneller giriyor. Sonra tekrar uçurumun kenarında yolculukta buluyorsunuz kendinizi. Baya keyifli bir yolculuktu, seyahatin güzel kısmı Karadağ olduğu için Belgrad’dan akşam treniyle gitmek mantıklı bir seçenek. Sabah treninde gece Karadağ’a varacağınız için manzarayı kaçırabilirsiniz. Uçurum kenarında seyahat etmek en keyifli şeylerden biri sanırım. Hep aklıma böyle yollar görünce Machu Picchu’ya giderken yaptığım çılgın minibüs yolculuğu geliyor. Daha ötesini henüz görmedim. Daha ötesini görürsem, uçurumdan yuvarlanmayla sonuçlanır herhalde.😄

Podgorica İstasyonu’na gelince Karadağlı kadın indi, benim kel öğretmen tekrar geldi, yanıma oturdu. Su şişemi aldı, buranın suyu çok iyi diyerek koşa koşa gitti. Tren kalkmak üzereydi, adam dönmeyince treni kaçırır diye endişelenmeye başladım. Neyse ki elinde iki şişe soğuk suyla döndü. Yukarıdan nehirden geliyormuş buranın suyu çok temizmiş. Belgrad’ın suyu kötü, bizimkisi temiz kaynak suyu dedi. Peki dedim, aldım suyumu içtim. Katiyen akıllanmıyor, sürekli tanımadığım insanların verdiği şeyleri yiyip, içiyordum.

Amca antik drama öğretmeniymiş, öğrencilerinin fotoğraflarını gösterdi, tek tek hikâyelerini anlattı. Burçlar hakkında baya bilgisi vardı, burcumu sordu, başladı anlatmaya. Sonra Orhan Pamuk konusuna döndük. Kar, Benim Adım Kırmızı karakterlerini anlattı. İstanbul’u Orhan Pamuk’tan da okuduğunu, 25 sene önce İstanbul’a gittiklerinde arkadaşlarını, kardeşlerini kendi gezdirdiğini çünkü her yeri okuduğu şeylerden bildiğini söyledi. İnandım. Yaptığı sporları anlattı, yaşını sordum 54 yaşındaymış. Bana bacak kaslarını gösterdi; çünkü ben kışın da yüzüyorum dedi. Bu adamın da yaşlanmaya niyeti yoktu. Yaşlanmayı kabul etmek kolay değil. Bazılarımız için daha da zor. Çantasından kocaman cips gibi bir şeyle bira çıkardı, zorla sabah sabah bana da cips verdi artık ayıp olmasın diye yedim bir tane. Hala akıllanmamıştım.

Benden iki durak önce adasına yakın olan durakta indi. Bar son durak olduğu için hangi durakta ineceğim telaşım olmadı hiç. Bar’a gelince sırtlandım çantamı, yaptığım ilk uzun tren yolculuğumun hatırası olsun diye birinden rica ettim, hatıra fotoğrafı çektirdim. Artık Budva için hazırım. Bu arada yolculuk 11 saat değil, 14 saat sürdü.

Instagram: @yoldangecerken

Facebook: https://m.facebook.com/yoldangecerken/?tsid&source=resul

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir