Kotor’da son biramı içip otobüs terminaline gittiğimde, otobüsün kalkmasına daha bir saat vardı. Otobüs neyse ki zamanında geldi. Otobüs biletimdeki koltuk numarası en öndeki koltuğu gösteriyordu. Yerleştim. Yanıma kimse oturmayınca tıpkı Belgrad-Bar yolculuğum gibi rahat edeceğimi düşünerek iki koltuğa yayılmaya çalışsam da bir türlü rahat edemedim. Koltuklar katiyen arkaya yaslanmıyordu. İki koltuğa yatar pozisyonda denesem de gece boyunca gittiğimiz yol o kadar kavisliydi ki, her dönüşte otobüsün ön camından fırlama ihtimalime karşı irkilerek kalktım. On iki saat süren yolculuğumda ya bir saat ya da yarım saat uyumuşumdur. Mostar’a vardığımızda saat sabahın altısıydı. O saatte check-in yapamayacağım için otogardaki cafeye yayıldım. Baygın bir şekilde çayımı içiyordum. Cafedeki garson yanımdaki kızın çayını getirirken üstüne (daha doğrusu bacaklarına) çayı yanlışlıkla boca edince benim de bacaklarım yanmış gibi oldu. Uyandım. Buz falan koyduk ama kızın bacakları baya kızardı. Umarım daha iyi hissediyordur.
Hostele gidip yerleştim sonrasında. Hostel’in ortamı ve bahçesi kendinizi evde gibi hissettiriyor. İçeriye ayakkabılarınızı çıkarıp giriyorsunuz. Kaldığım yerde tanıştığım Fransız çocukla biraz etrafı gezdik. Kendimi ertesi gün için Mostar’da en çok yapmak istediğim Kravice Şelaleleri turuna yazdırdım. O kadar yorgundum ki tura yazılmak kolay geldi ve başka alternatifleri düşünmedim bile. Zaten 20 Euro’ydu şelale girişiyle birlikte. Mostar’ı rotama dahil ettiğimden beri beni en çok heyecanlandıran yer bu şelalelerdi. Ertesi sabah uyandığımda beni yanlışlıkla diğer büyük tura yazdırdıklarını fark ettik. Heralde bu yanlışlığı bir şekilde hallederler diye düşünürken, hiç de oralı olmadıklarını fark ettim. Bugün için şelaler turunda yer olmadığını, istersem şehir merkezine inip diğer turizm acentalarının turlarını sorabileceğimi, toplu taşımayla da oraya gidilmediğini söylediler. Benimle aynı yerde kalan Avustralyalı çocuklar da duruma benim kadar üzülseler de sonrasında “bir yolunu bulursun, pozitif ol, orda görüşürüz” diyerek ayrıldılar. Çünkü onlar doğru tura yazılmışlardı. Herkes benim kadar şanslı değildi 😄
Bu yaptığınız hiç adil değil diyerek tüm atarımla hostelden ayrıldım. Sırf bir gece daha bu şelalere gitmek için burda kalmışken, böyle bir aksilik olması çok canımı sıktı; ama ben bir yolunu bulurdum. Her zaman bulmuştum. Gerçek bir savaşçıydım! Bazen kazanır, bazen kaybederdim; ama sonuna kadar savaşırdım. Hemen bir markete girip gerçek bir savaşçı gibi çantamı açtım, otostop yapma ihtimalini de düşünerek bana tüm gün yetecek yiyeceği, içecekleri almaya, haddinden fazlasını depolamaya başladım. ( Ooo Merhaba içimdeki şişman Bulgar kız! Merhaba Kıtlık Psikolojim!😄)
Böylece hızlı hızlı şehir merkezindeki şelale turlarını aramaya başladım. Böylelikle tüm turların sabahtan ayrıldığını da öğrenmiş oldum. Turdaki kızlardan biri bana şehrin batı yakasındaki otobüs terminalinden otobüsle gidebileceğimi söyledi. Tüm yorgunluğuma rağmen batı yakasındaki otobüs terminaline bütün şehri 270 derece dolanarak gittim. Oradan otobüs kalkmadığını da böylece öğrenmiş oldum, bir 20 dk daha yürüyerek diğer otobüs terminaline gittim. Gişede, bir önceki gün tren biletini sorduğum yaşlı, cevap verirken tek kelimeden fazlasını kullanma ihtiyacı duymayan teyze vardı, “kravice, kravice, ticket, ticket”dedim, “taxi “dedi. Görevini layığıyla yapıp o altın kelimeyi söyleyince ben de başımı eğdim, hüzünlü hüzünlü yürüyüp bir banka oturdum. Şelaleler 1 saat uzaklıktaydı. Tek şansım otostop kalmıştı.
Çevrımdışı haritamı kontrol edip şelalere arabayla gitmek için en uygun yolu buldum. Önce Dubrovnikli bir taksici yoldan aldı, Dubrovnik’te taksicilik yapıyormuş, böylece otostopa ilk taksiciyle başlamış oldum. “Seni daha rahat gidebileceğin bir yere bırakayım” dedi ve biraz da şehir dışında olan otobüs durağına bıraktı. İnerken taksi kartını verdi. Dubrovnik’te tanıdık taksici ararsanız, numarasını gönderirim. 😄
Yaklaşık 10-15 dakika bekledikten sonra bir araba durdu, adam İngilizce konuşamıyordu; ama gideceğim yeri anlattım. Gideceği yere yakınsa yakın olduğu yere kadar bırakabileceğini söyledim. Bunu hangi dilde nasıl söyledim de anlaştık bilmiyorum gerçekten; ama beni anladı. Böylece yolun bir kısmını gidebileceğimi, yaklaşınca da başka bir arabayla oraya varabileceğimi düşündüm. Yolda biraz konuşunca adam benle Kravice Şelaleri’ne gelmeye karar verdi. Buna neden karar verdi gerçekten anlamadım.
Şelalere uzun merdivenli yollardan geçerek ulaştığımda içimde buraya bir şekilde gelmeyi başarmamın sevinci vardı. Önce uzaktan sonra etrafta dolanıp kendime en iyi yeri bulmaya çalışıyordum ki, karşımdaki cafede biralarıyla oturan Avustralyalıları gördüm. Beni görünce coşkuyla karşıladılar. Hikayeyi onlara da anlattım. Azmin zaferini. Birlikte yüzdük, biralarımızı içtik, sonra onlar turla geldiği için ayrılmak zorunda kaldılar; çünkü iki saat süreleri varmış. Ben mi? Ben istediğim kadar kalabilirim! Çünkü Özgürlük! Çünkü tursuzluk! 😄
Bir-iki saat daha şelalerin farklı bölgelerinde şelalelerin yeterince keyfini çıkarınca neticede bir aracım olmadığı için dönüş yolunu tutmam gerekiyordu. Dönüşte Mostar’a giden araç bulmam daha kolay olur diye düşündüm ki , çok da haksız çıkmadım. 15 -20 dakika bekledikten sonra bir araba durdu. İçinde 3 tane çocuk nereye gittiğimi sordu, “Mostar Old Town” diyince “tamam gel bizle, biz de oraya gidiyoruz.” dediler. Güvenilir görünüyorlardı, atladım arabaya.
Sanırım otostop yaparken iki kriter var; arabanın içindekileri karşı hislerimiz ve gittikleri rota.
Yol boyunca bana 3 gündür arabada uyuduklarını , birlikte yola çıktıklarını, başına gelenleri anlattılar. Baya komiklerdi aslında. Benden bir gün önce arabaları yolda bozulmuş ve bir saat boyunca otostop çekip arabaların durmasını beklemişler; ama kimse durmamış. “Sen şanslısın yani” dediler. Bosna Hersek otostop yapmak için doğru bir ülke miydi hiç bir fikrim yoktu.
Akşam hostele vardığımda baya yorgundum. Amerikalı bir çocukla bize ikram edilen çorbaları içerken yarın ayrılacağımı, buranın akşamını hiç görmediğimi söyleyince o da baya yorgun olmasına rağmen “hadi gidip turlayalım” dedi. Çünkü lanet olası Amerikalılarla hep iyi iletişim kurarım😄
İyi ki de çıktık. Mostarın gece hayatı yok ama nehir kenarında bir pub var adı; Black Dog Pub. Akşam canlı müzik yapıyorlar, sokakta yerde kendinize yer bulup minderin üstüne ya da nehir kenarındaki betonlara oturup sohbet edip, biranızı içiyorsunuz. Ben böyle ortamları çok daha sevdiğim için normalde kalacağımdan daha geç kaldım. Oraya gidince yine benim Avustralyaları gördüm, Mostar o kadar küçük yani😄Hep birlikte oturduk, herkes yavaştan bayılmaya başlayınca önce Avustralyalılar, sonra da biz kalktık. Ertesi sabah trenim 6:20’de kalkacağı için çantamı toparlamam gerekiyordu. Neyse ki tren istasyonuna yakın bir yerde konaklıyordum. Yatağa yatar yatmaz uyumuşum.
Instagram: @yoldangecerken
Facebook: https://m.facebook.com/yoldangecerken/?tsid&source=result