Tarapoto’da beni ağırlayan ailenin petrol şirketleri vardı. Ben Mancora için yola çıkarken, onların da aracı o yöne gidiyormuş. Neden olmasın? Bu yazıyı bir petrol aracının arkasındaki yatakta uzanırken, Tarapoto’dan Mancora’ya yolculuğum esnasında yazıyorum.
Lima’dan sonra yolumu Huaraz’a çevirdim. Daha önce gezmediğim Peru’nun kuzeyine yavaş yavaş çıkacağım. İlk gün deniz seviyesinden 3000 m civarına vücudumun alışmasını beklemek istedim. Şehrin en yüksek noktasına çıkıp şehri izledim. Yaklaşık bir saat sürdü bu yürüyüş. Yükseklikten etkilenmediğim için kaldığım hostelden Laguna 69 yürüyüşü için tura yazıldım. Oda arkadaşım da aynı turdaymış. Ertesi günü için saatimizi 5.30’a kuruyoruz ve sabah 6’da yola çıkıyoruz. Yanıma yağmurluğumu, kalın ceketimi de alıyorum; çünkü sabah hava oldukça soğuk. İlk durağımız yol üzerinde yeşillikler içinde ufak bir kahvaltıcı oluyor. Mate çayımızı, yumurtalı peynirli sandviçlerimizi yiyoruz oda arkadaşımla. Ben ekstra koka yaprağı aldım yürüyüşte ihtiyacım olur diye ki; iyi ki yapmışım. İkinci durağımız Llanganuco Gölü. Daha sonraki göreceklerimden habersiz ben, gölün güzelliğinden, renginden, arkasındaki dağlarla olan uyumundan çok etkileniyorum.
Yaklaşık üç saat sonra Laguna 69 yürüyüşü başlıyor. Deniz seviyesinden 4600 m yükseklikte yedi saatlik bir yürüyüş bizi bekliyor. Zorlu olacak biliyorum. Önce yavaş yavaş aşağıya iniyoruz sonra düz bir yoldan ilerliyoruz. Daha önce hiç görmediğim ilginç şekilli ağaçlar karşılıyor bizi yolun başında, sonrasında bir nehir ve inekler. Sonra göreceğim ki; bu inekler her yerdeler ve pek arkadaş canlısı değiller. Bir arkadaşımıza saldırmaya çalışıyor bir tanesi, neyse ki; tur rehberimiz müdahale ediyor. Biz de hanım evlatları olarak kurtulmuş oluyoruz bu hain saldırıdan.
Yürüyüşün başlarında ben grubun başındakilerle yürüyorum. Yaklaşık 15 dakika sonra yüksekliği hissetmeye başlıyor vücudum, yavaşlıyorum. Biraz enerji içeceği içiyorum, ardından koka yaprağı çiğniyorum. Yavaş yavaş yürüyorum. Ne zamandır yürüyüş yapmıyordum, vücudum tembelliğe çok alıştı biliyorum ve bu yürüyüş benim için kolay değil; çünkü fit bir insan değilim. Her şeye rağmen inanıyorum yapabilirim.
Bu benim Potosi’de madende nefessiz kalıp dışarı çıkamayınca başlayan korkumu yenmem için de bir fırsat. Bu fırsatı kullanacağım. Bu gibi yerlerde yani birilerinin hemen ulaşamacağı yerlere gitmem gerekiyor ve aşmam gerekiyor bu korkuyu. Yolda başladı , yolda aşacağım. Bir taraftan kendime bunları söylüyorum, bir taraftan nefes nefese yürümeye çalışıyorum. Yaklaşık bir saat yürüyorum. Bir saatlik yolum kaldığına inanıyorum, gruptakilerin bir çoğu önden hızlıca yürüyüp yok oldular bile. Biz arkada bir kaç kişilik bir grubuz, hepimiz yürümekte zorlanıyoruz; çünkü yükseklik kolay nefes almamıza ve hızlı hareket etmemize engel oluyor. Yarım saat daha yürüdükten sonra yolda bir yere oturup kalmış bir kıza rastlıyorum. İyi misin diyorum, evet ama midem ve başım kötü diyor. İrtifa hastalığı olduğunu ikimizde biliyoruz. Su ister misin diyorum, suyum var diyor. Kızı bekliyorum, tek başına bırakmak istemiyorum. Birlikte biraz yürüyoruz, tekrar mola veriyoruz. Devam ediyoruz, kız yine mola vermek istiyor. Onu görünce benim o kadar kötü hissetmediğimi farkediyorum. Çok sıcak diyor. Gerçekten güneş tepemizde. O anda kafasındaki bereyi farkediyorum. Kafasındaki bereyi çıkarıp kafasını ıslatıyorum. Berenin içinde iyice pişmiş çünkü kafası. Biraz rahatlıyor. Biraz daha yürümeye karar veriyor. Ben de ona eşlik ediyorum ama on dakika sonra tekrar duruyoruz ve sen devam etmelisin ben yapamayacağım diyor. İyi olup olmadığından emin oluyorum. İyiyim sadece kendimi zorlamak istemiyorum diyor. Arkadan gelen bir kaç kişi olduğunu görüyorum, tur rehberi de onlarla birlikte. Yoluma devam ediyorum. Yolda benim grubumda olduklarını sonradan öğrendiğim iki Amerikalı kızla karşılaşıyorum. Onlar da benimle aynı haldeler, kondisyon kötü ama zorluyorlar. Birbirimizi motive ederek devam ediyoruz yola. En sonunda bir göle ulaşıyoruz ve işte geldik diyoruz. Yola çıkalı iki saat oldu neredeyse çünkü. Göl o kadar da çekici değil. Tur rehberi geliyor ve bize iki saat daha yolumuz olduğunu söylüyor ve uzaktaki kocaman dağı gösteriyor. Bunu geçeceğiz diyor. Biz şaka yaptığını düşünüyoruz önce. Hakikaten şaka desin diye bakıyoruz ama gayet ciddi. Ben o anda umudumu yitiriyorum. Olmazsa olmasın ne yapalım diyorum içimden. Canım sağolsuna bağlıyorum ; çünkü kendimde o gücü bulamıyorum. Oraya o kadar zor gitmişim ki, iki saat daha yürümek imkansız görünüyor. Bir de o yolun dönüşü var ki; onu hiç düşünmek istemiyorum. Adını bilmediğimiz ama Laguna 68 olduğunu tahmin ettiğimiz gölün yanında biraz dinleniyoruz. İleriki dağa kadar düz bir yolda yürüyeceğiz. Çok zor değil. Tırmanma aşamasına gelene kadar rahat yürüyoruz ve ben aslında bedenimin yeni yeni ısındığına , bundan sonra daha kolay yürüyebileceğime dair kendimi kandırmaya çalışıyorum. Kızlara da aynı şeyleri söylüyorum; onlar da inanmışa benziyor. Hiçbirimiz yapacağımızdan emin değiliz. Devam ediyoruz, zorlaya zorlaya, ağlaya ağlaya, kahrola kahrola arada sinirlerimiz bozuluyor gülerek çıkıyoruz dağı. Laguna’dan dönenlere kaç dakika kaldı diye soruyoruz sürekli. Birisiohoo daha başındasınız” diyor. Zalimlerin zalimi adam, söylenir mi öyle! Arkasından uzun uzun söyleniyoruz, acımasız gaddar adam diye. Başka şeyler de söylemiş olabiliriz.
Kendimizi ite ite , zorlaya zorlaya varıyoruz en sonunda. Rehber de yoldakiler de biraz tırmandıktan sonra hep zigzag çizeceksiniz diyordu. Halbuki en zor kısım o zigzag dedikleri son yarım saatlik kısımdı. Zaten yorulmuşsunuz üstüne sürekli yukarı doğru bir çıkış yapıyorsunuz. Kolay değil. En sonunda göle varıyoruz. Gözlerimiz kamaşıyor manzara karşısında. Yaptık yaptık, başardık! diye başarı nidaları atıyoruz önce. Herkes başarıyor belki ama herkes bizim kadar zor başarıyor mu emin değilim. Biz sevindiriğiz adeta. Kendimizi yerlere atıyoruz hem yorgunluktan, hem sevinçten. Yatıyorum dağları izliyorum önce uzun uzun. Buzul buzul, beyaz beyaz dağları.. Ne güzeller. Gökyüzüne bakıyorum, derin bir nefes alıyorum. Alabildiğim kadar artık. Manzarayı içime çekiyorum. Kendime yaptın diyorum, kendini geçtin. Korkuna yenilmedin. Yanımızda getirdiğimiz yiyeceklerle öğle yemeğimizi yiyoruz bu manzara karşısında. Hayatımda yediğim en lezzetli öğle yemeklerinden biriydi ama ne yediğimi hatırlamıyorum. Bazen bir yemeği güzel yapan güzel bir sohbet, güzel bir manzaradır.
Otobüse vardığımda bitiktim, hostele vardığımda bitiktim. Kendimi yatağa attım; yarım saat izin verdim kendime; ama hala iyi hissetmiyordum. Duş alınca kendime geldim biraz. Acıkmıştım ama yemek yiyecek enerjim yoktu. Uyudum. Sabah uyandığımda tüm baş ağrım ve yorgunluğum geçmişti . Benimle yürüyüşe gelen oda arkadaşım sabah kalkmış, dünkü yürüyüş onu kesmemiş belli ki; odada şınav çekiyordu. Ne diyeyim bir gün yolunuz düşerse siz de sabah kalkıp şınav çekebilenlerden olun 🙂
Huascaran Milli Parkı’nda ayrıca kamp alanı var. Burda kamp yapmanın eşsiz bir deneyim olacağından eminim. Gece çok soğuk olacaktır; hazırlıklı olmakta fayda var.
Tur: 35 Soles
Huascaran Milli Parkı Giriş Ücreti:10 Soles
Kahvaltı:5 Soles